21. yüzyıl insanları olarak artık “duyguların” varlığının ve yaşamın pek çok alanına etkisinin kabul edildiği bir dönemde yaşadığımız için şanslı hissedebiliriz. Kişisel Gelişim kitaplarının boy boy rafları süslediği, podcast ve youtube videolarının viral gezindiği bir dönemde artık duygular daha görünür ve konuşulur durumda. Peki iş dünyasında duygulara yer var mı?
- “Tabii ki var!”
diyenlerin sayısının her geçen gün arttığını düşünüyorum yine de zihnen iyi kavradığımızı düşündüğüm bu konseptin içselleşip içselleşmediğini ve iş hayatımızda ne kadar realize olduğunu çok merak ediyorum.
Ofise adımınızı attığınız anda etrafınızdaki insanların enerjetik alanları ve duyguları ile oluşan alana giriş yapıyorsunuz – kendi enerjetik alanınınız ve duygu durumunuz ile üstelik. Kafanızda birazdan başlayacak olan toplantı için yapmanız gereken hazırlık ya da bitirmeniz gereken işlerin detayları.. Günaydın demeyi bile atlıyor ya da sadece kulağınıza gelen bir ses olarak “günaydın” a yine bir o kadar duygusuz bir “günaydın” ile dönüş yapıyorsunuz…
Günün koşturmacası, stresi derken çalışma arkadaşınız ya da çalışanınız karmaşık duygularla karşınıza geçip beklediğiniz iş sonuçlarından farklı bir tablo sunuyor size. Karşınızdakinin duygularını resme dahil etmek bir kenara içinizde yükselen duygunun bile farkına varmadan tepkisel davranışlar vermeye başlıyorsunuz..
Ya da işten güçten bağımsız özel hayatınızda cereyan eden bir takım sorunlardan dolayı duygusal olarak karman çorman bir durumdasınız. Zihniniz işle meşgul olmaya çalışsa da duygularınız siz farkında olmasanız bile verdiğiniz tepkileri, modunuzu, günün akışını etkiliyor.
Bu ve bunun gibi senaryoları canlandırın zihninizde. Biz istesek de istemesek de duygularımız, düşüncelerimizi, düşüncelerimiz de davranışlarımızı etkiliyor ve bu etkileşim sürüp gidiyor. Sürekli elimizde büyüteç hadi bakalım şimdi bu hangi duygu, dur ben şimdi şu duyguyu bir anlayayım diye hafiye gibi duygu odaklı yaşayacak halimiz de yok elbette. İş hayatı bu, somut aksiyonlar ve sonuçlar beklenen, sorumlulukların yüksek olduğu bir boyut.
Duyguları görmezden de gelemiyoruz. Bastırılan herşey, duygular da dahil, ekstra basınç yaratır ve bu etkiye mutlaka bir tepki doğar. Peki ne yapacağız?
Duyguları yönetmek kavramını pek kullanmıyorum ben. Yönetmek çok bilişsel bir kavram, duygu ise soyut bir kavram, bu ikisini bağdaştıramıyorum. Duyguyu yönetmek mümkün olsa idi o zaman “duygu” olmazdı zaten gibime geliyor.
- Duygusal farkındalığımızı arttırmak ve
- duyguları da bütüne dahil ederek, kapsayarak,
- normalize ederek
iş hayatında da duygularla barışık yaşamanın mümkün olduğuna inanıyorum ben.
Duygusal Farkındalık:
Öncelikle şuna vurgu yapmak istiyorum: 10 yılı aşkın koçluk deneyimlerinden biliyorum ki pek çoğumuz “DUYGU”larımızı bir çay kaşığı derinliğinde ifade edebiliyoruz.
- Nasılsın?
- İyiyim / Kötüyüm / Sinirliyim / Mutluyum/Üzgünüm
Bitti. Kelime dağarcığımız bu civarlarda geziniyor. İfade edemediğimiz bir şeyi ne kadar yaşıyor ve anlamlandırabiliyor olabiliriz sizce? Pek de değil. Yaşadığımız duygunun yoğunluğuna göre seçebileceğimiz aynı ana duygu etrafında onlarca farklı duygu kelimesi olduğunu biliyor muydunuz? Kırmızı bir ana renk ama kırmızının tonları var değil mi? İşte duyguların da ifadelerimize renk verebilecek tonları, farklı ifadeleri var. Bunu internetten aratarak bulabilir ve her gün yeni bir duygu kelimesini kullanmaya gayret ederek duygularınızı ifade ettiğiniz kelime dağarcığınızı genişletebilirsiniz.
Duygularımızı daha iyi ifade etmeye başladıkça önce kendimizden başlayarak duygusal farkındalığımızı arttırmış olacağız. Şimdi ve burada ne hissediyorum? Ne oluyor? Bu duygumun adı ne? Bazen yaşadığımız duygunun adını koymak bile şiddetinin hafiflemesine sebep olabiliyor.
Duyguları Bütüne Dahil Etmek ve Kapsamak:
Farkettiğimiz bu duyguyu inkar etmek yerine kabul ederek, “Şu anda böyle hissediyorum.” diyerek kendi iç dünyanızda yarattığınız direnci ve panik duygusunu yatıştırabilirsiniz.
Benzer şekilde karşınızdaki insanın duygularını kendisine yansıtarak onların da kendilerini daha iyi anlamalarına yardımcı olabilirsiniz. Burada aman dikkat “yok yok sen kesin şu anda şöyle hissediyorsun!” gibi bir ısrar ve yakıştırma müptelalığına düşmeyesiniz,
Duygularımızı dışa vurmakta çekindiğimiz şeylerden biri de “bu duygu ile etiketlenme, tanımlanma” korkumuz. “Falanca çok hassas biri” “Filanca çok öfkeli biri”. Bu konuda önce kendimizi sonra içinde olduğumuz kurumu, kültürü bu konuda eğitmeyi önemli buluyorum. Duygular anlıktır, kişiliğimizi tanımlamazlar.
Duyguları Normalize Etmek:
- “Şu anda böyle hissediyor olmam çok normal!”
Bu cümleyi yüksek sesle söyleyerek bir üzerinizde dener misiniz? Nasıl? Ne kadar iyi geliyor değil mi? Hepimizin en derin korkularına sesleniyor çünkü:
- “Yoksa ben normal değil miyim?”
- “Bana ne oluyor böyle!”
- “Eyvah! Bende bir sorun var!”
Duygularımız akın ettiğinde hele ki işyerinde, kapıldığımız en büyük korku bu oluyor:
- “Beni dışlayacaklar – onaylanmayacağım – böyle bir tepki vermemeliyim!”
Bunu normalize ettiğimizde içimizdeki panik duygusu da yatışıyor, duygumuzla barışıyoruz ve içinde bulunduğumuz zorlu durumun “çaresine bakabiliyoruz”
Duyguların düşmanca karşılanmadığı, eleştirilmediği, bütüne dahil edildiği bir kurum kültüründe insanlar tüm renkleri ile tüm yaratıcılıkları ile varolurlar. Çeşitliliğin en güzel hali yaşanır. Duygusal kapasite arttığı gibi verimlilik ve pozitif iş sonuçları da artar. Güven ortamını tesis etmek kolaylaşır. Bu noktadan bakınca duygulara iş hayatında yer var mı? Evet, kesinlikle var,
Lemis Tuna Gülgün
Yorum Yapın